Pandemi | Şehir Planlaması | Ankara |
Mehmet Tunçer & Necati Yalçın
PANDEMİ / ŞEHİR PLANLAMASI (17.07.2020)
(Band Çözümü: Tolga Kutlu)
Band Çözümü
Selman Koftar
(Gazetenehaber) Koftar (GazeteNehaber) :
Pandemi döneminde Ankara’yı konuşacağız. Konuklarımızdan birisi; Çankaya
Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlama Öğretim
Üyesi Profesör Doktor Sayın Mehmet TUNÇER,
Mehmet TUNÇER: Çok
teşekkür ediyorum.
Selman Koftar (Gazetenehaber) :
Diğer konuğumuz Doktor Sayın Necati Yalçın. Bildiğim kadarı ile her ikinizde
Ankaralı değilsiniz ama Ankara sevdanız var. Bu şehirle bağlarınız nasıl
oluştu.
Mehmet TUNÇER: Selman bey
bu soru zor bir soru. Çünkü Ankara’da yaşıyoruz, İstanbul doğumluyum ama ben 50
yıldır Ankara’da yaşıyorum. Belki daha fazla. Ankara’nın her şeyini hemen hemen
tarihini araştırdım, doğasını, kültürünü, arkeolojisini, kent tarihini. Çünkü
benim yüksek lisanstan başlayarak Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde Ankara
Tarihi Kent Merkezi, daha sonra belediyede çalışırken Ulus Tarihi Kent Merkezi,
yarışmalar, Ankara Kalesi Yarışmaları. Daha sonra Siyasal Bilgiler’ de doktora
çalışmalarında Tarihi Kent Merkezi Politikaları, Ankara, Bergama ve Urfa ile birlikte
gibi. Yani Ankara ile bağım çok kuvvetli. Necati hocam sağ olsun bir slaytta
birleştirmişti kitaplarımı ve işte 5 tane kitabım var Ankara üzerine, altıncısı
da geliyor şu anda yolda. Yani Ankara’yı seviyoruz. Ankara’nın Cumhuriyet
Başkenti olması, Atatürk’ün kurduğu, Mustafa Kemal’in kurduğu önemli çağdaş bir
kent olması nedeni ile çok seviyorum, çok beğeniyorum. Hatta İstanbul’a
sempozyuma, konferanslara gittiğim zaman; ‘ya Ankara’nın neyini seviyorsun’
diye sorduklarında herkesin huzurunda, ben Ankara’nın, Ankara’ya dönüşünü
seviyorum, yani İstanbul’dan Ankara’ya dönüşünü seviyorum demiştim birkaç kere.
Bu kadarla yetineyim. Tabi Necati de herhalde bir şeyler söylemek istiyordur.
Necati YALÇIN: Öncelikle
Ankara sevdamız, Türkiye’de yaşayan herkesin olması gereken bir sevda bence.
Çünkü burada yaşadığım için değil de, -yaşadığım için tabi ki çok önemli ama-
daha ziyade Türkiye’nin Başkenti burası. Cumhuriyet ile birlikte tekrar yıldızı
yükselmiş ama Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşadığımıza göre
Ankara son derece önemli. Herkes tarafından da öyle düşünülmesinde fayda var.
Şimdi ben de Mehmet hocam gibi yazıyor, ediyorum hatta şimdi altı serilik
Ankara kitabının ikincisi, üçüncüsü geliyor. Daha önceden Yazdığım Ankara
kitabı var falan ama çok kısaca bitirmek için, Mehmet hocam Ankara’ya dönüşü
seviyor demiş, ben her yerde kullanıyorum, Yahya Kemal’in bu sözünü ben
değiştirmeden kullanmak istiyorum. Çünkü Yahya Kemal o İstanbul’a dönüşü
cümlesini ilk başlarda kullanmış, daha sonra ise aynı adam şöyle bir söz
söylemiş, hiç değiştirmeden onun sözü ile söylüyorum. Payitaht malum
İstanbul’un eski adı. Buradan gitmiş rahmetli şair : ‘ Taht mı kaldı ki payı
olsun, Ankara merkez oldukça İstanbul başını yastığa koysun mışıl mışıl
uyusun.’ Dolayısı ile ben bu sözünü
kullanıyorum rahmetli büyük şairimizin. Evet, sanırım açıklayabildim size Ankara’yı neden
önemsediğimizi.
Selman Koftar (Gazetenehaber) :
Evet, çok teşekkür ediyorum. Ağzınıza sağlık. Sunumumuza geçebiliriz.
Mehmet TUNÇER: Çok
teşekkür ederim. Şimdi bugünkü konumuz tabi ki herkesi, bütün dünyayı çok
etkileyen ve bütün ekonomik sistemleri, sosyo-politik sistemleri, kentleşme
sistemlerini her şeyi etkileyen ve geçmişi ve geleceği yeniden düşünmemize
neden olan bir küçücük bir virüs, yani onu mikroskopla bile görmek mümkün
değil. Elektron mikroskopları ile görmek mümkün fakat bu bence doğanın bize
yolladığı bir uyarı diyebiliriz. Şimdi Necati hocam da bu salgın süresince tabi
Zoom Programı ile birkaç kere bir araya geldik. Sağ olsun benim derslerime de
katıldı birkaç kere, toplantılar da yaptık ve bu teknolojiler olmasaydı acaba
ne yapardık diye çok düşünüyorum, düşündüm. Şu anda bizim konumuz Covid-19
Salgını ve Ankara. Ankara’nın geleceğine ilişkin daha çok konuşacağız. Ben tabi
şöyle bir şey düşündüm yani ne tür “Stratejiler” olmalı ve neler
yapabilmeliyiz, yapmalıyız diye düşündüm. Tabi bunların hepsi bir planlama-projelendirme
ve bilimsel deneyim konusu. Yani bunlar disiplinler arası çalışmalar
gerektiriyor.
Özellikle sosyal- ekonomik –
politik konular zaten hükümetler – belediyeler tarafından gündeme getirilen ve
yapılan konular, şu anda uygulanan bazı konular. Bulaşmayı önleyici bir takım
önlemler var. Halk sağlığı uzmanları bunları söylüyor ve daha sağlıklı kentsel
mekanlar oluşturmak için işte sosyal mesafe denilen bulaşmayı önleyici mesafe
bırakarak yeniden yer yer her şehir yeniden düzenleniyor. İş merkezleri, konut
alanları, sanayi alanları. Tabi yaz geldi biraz daha rahatladık. Yani haziran-
temmuzda biraz daha rahatladık gibi, ama bütün uzmanlar uyarıyor özellikle Sağlık
Bakanımız herkesi yeniden her gün uyarıyor. ‘Aman çok dikkatli olun’, ‘maske takın’, ‘mesafeyi
koruyun’, ‘kapalı yerlerden kaçının’ vs.
Şimdi biz tabi, ben Şehir
Plancısıyım. Şehir plancısı ve bölge planlama konusunun ve kentsel tasarım
konularında 35 yıla yakın eğitim ve uygulama içindeyim. Bunlar neler olabilir
diye düşündüğümüzde Necati hocam ile birlikte bunları oluşturduk, onu da
söyleyeyim. Ulaşım konuları, alt yapı konuları, akıllı şehir konuları, ekolojik
tasarım konuları, yeşil bina. Bunların her birisi aslında on beş, 20 dakika
yarım saat konuşulacak konular. Hızlı geçiyorum.
Nasıl bir Ankara? Bir kere
yaşaması zor şehirler kuruyoruz ve kentlerimiz hakikaten çok yoğun ve çok sağlıksız
kentler. Milliyet Gazetesi’nden Ali İnandım ile yaptığımız röportaj dizisinde
bunları anlatmıştık. Bir kentleşme sorunu bu aslında ve bu yoğunluklar nüfus
yoğunluğu ve yapı yoğunlukları gittikçe arttıkça salgınlar, psikolojik
sorunlar, altyapı sorunları ve çevre sorunları artıyor. Bu yani hep söylenen
genel bir konu. Dolayısı ile bu planlama konuları yeniden ele alınmalı diye
düşünüyoruz. Yani son yıllarda hatta hatta 1980’lerin başından beri kentlerdeki
yeşil alanların, tarihi dokuların, doğal alanların giderek betonlaştığını ve
kaybolduğunu ve yok edildiğini görüyoruz. Bu son dönemde belki giderek artmış
olabilir ama Türkiye’nin kentlerinin büyük sorunu. Önce gecekondulaşıyor
arkasından betonlaşıyor. Ya ıslah ediyoruz ya da imar barışı diyoruz, tekrar
çok katlı olarak buraları yoğunlaştırıyoruz.
Selman Koftar (Gazetenehaber) :
Necati bey herhalde bir şey söylemek istiyor bu konu ile alakalı, buyurun
lütfen.
Necati YALÇIN: Planlama
deyince planlama ile ilgili bir temel bir şey paylaşayım. Bu her ne kadar
direkt Ankara olmasa da bakın bu konular evrensel diye düşünerek Mehmet hocam
ile yaptığımız derste kullanmışım ben bunu. Planlama safhalarını terse çevirmek
diye bir şey var. Biz hep önce binaları planlıyoruz. Ondan sonra da insanları
yerleştiriyoruz. Hatta hatta şimdi mesela çok kötü, çok kötü tam bu konuda
örnekler bile mevcut. Bizim burada yürüyün, yukarıya doğru yürüyün, büyük bir
bina işte camlı, camsız, güzel dekore edilmiş falan. Toptan kiralık yazıyor.
Bir dakika yani bu bina ne için yapıldı belli değil. Toptan satılık yazıyor.
Yine ne için yapılmış belli değil. O zaman içine giren ne yapacak? Burayı ofis
yapacağım derse orasını yıkacak, burasını yenileyecek. Yani biz amaca uygun bir
bina yapmıyoruz. Ben bir bina yapayım,
onu bir pazarlayayım a giriyoruz. Oysa ki bakın mesela çok hoş bir anekdot almak istedim. “Planlama
safhalarını terse çevirmek” başlığı ile. Jan Gehl; “İyi bir şehir iyi
bir parti gibidir! İnsanlar düşündüklerinden fazla kalırlar çünkü keyif alırlar”
diyor.
Bakın binalar, şimdi devam
ediyoruz boşluk ve yaşam. Böyle gidiyor. Normal planlama böyle gidiyor. İşte bu
zaten toptan satılık, toptan kiralık binalarda
da bunları görmek mümkün. Şimdi devam ediyoruz. Oysa ki yaşam, boşluk ve
binalar. Hatta bunu şöyle yapalım binalar sonra insanlar, insanlar sonra
binalar diye gidecek olursak bakın şuraya yaşam, boşluk, bakın önce insanlar
yerleşmiş sonra geliyor; meydanı, toplu taşıma yolları ve işte bakın binaları.
Bunun için şu görseller ve bu bilgiler, aldığım kaynak yararlanmak isteyen
izleyicilerimiz olursa diye yararlandığım kaynaklar ve kitap burada yazılı.
Dolayısı ile planlama deyince, öyle radikal bir planlama da olsun, tersten bir
planlama olsun diye bu anekdotu araya koymak istedim.
Selman Koftar (Gazetenehaber) :
Evet, çok teşekkür ederiz.
Mehmet TUNÇER: Sağ olun.
Necati hocam ben şunu hatırladım. Şimdi biz öyle bir milletiz ki daireler
yapıyoruz. Yani dikdörtgen ve kare kutulara daire diyoruz. Satılık daireler,
toptan satılık daireler.
Necati YALÇIN: Aslında
satılık kareler olması lazım değil mi.
Mehmet TUNÇER: Şunu
hatırlattı. Pizzayı da yuvarlak yapıp dikdörtgen ya da kare kutuya koyuyoruz.
Sonra üçgen kesiyoruz. Ha ha ha.
Selman Koftar (Gazetenehaber) :
Ha ha ha.
Mehmet TUNÇER: Bu da
ilginç bir şey. Bunun gibi birçok şey söyleyebiliriz ama şimdi ben devam edeyim
izninizle.
Selman Koftar (Gazetenehaber) :
Buyurun lütfen.
Mehmet TUNÇER: Bu tabi
hakikaten, toptan satılık, toplu konut idaresinin ve son zamanlarda büyük
müteahhitlerin yaptığı çok yoğun yapılaşmalar. Özellikle ben Çayyolu’nda
yaşıyorum, Çayyolu Bölgesi’nde yani -yani 15 yıldır oradayız- maalesef artık
yoğunlaşmadan, çok yüksek bloklardan ne trafik kaldı, ne çevre kaldı. Trafik
sorunu müthiş arttı. Gürültü çok arttı. Yani 25 kilometre Ankara’nın dışına çıktık
ve maalesef yine sakin bir yaşantı ve doğa ile iç içe barışık bir yaşantı
olmadı.
Şimdi bu aslında salgın meselesi
sadece günümüzün konusu değil biliyorsunuz 1915-18 arasında İspanyol Gribi yani
salgını birkaç milyon insanın hayatına mal olmuş tam da 1.Dünya Savaşı
esnasında. Ondan önce de aslında Avrupa’da birçok kent hem veba salgınlarından,
hem kolera salgınlarından, tifo ve tifüs salgınlarından kırılmış. Bu yüzlerce
yıl özellikle Orta Çağ’da kentleri, Avrupa kentlerini mahveden ve kentlerin
yeniden düşünülmesine neden olan, Rönesans Dönemi’nin de doğuşunun
temellerinden biri olan bir konu. Halk Sağlığı konusu, kent sağlığı
ve kentin aslında çevre duyarlı olarak yeniden tasarlanması, işte Garden
City (Bahçe Kent) modelleri bu dönemlerde ortaya çıkmış.
Ondan önce tabi Paris’in yeniden
ele alınması, Haussman Planları, Paris’in yıkılıp Roma’nın bir miktar,
İstanbul’un bir miktar sağlıklaştırılacak şekilde yeniden alt yapısının ele
alınması gibi konular ve 1930’larda aslında ve 50’lerde daha çok 2.Dünya Savaşı
sonrasında daha çok Avrupa kentlerinde Yeni Yaşanabilir Kent Modelleri kurulmuş.
Tabi bu modellerin çok katlı bazıları, bazıları işte Bahçe Kent şeklinde filan.
Bunlara girmiyorum.
Ama Ankara’nın ilk planı bir
bahçe kent niteliğindeydi. Prof Herman Jansen’in yaptığı. 1932’ de yarışma ile
elde edilen Ankara kenti ilk imar planı Bahçe Kent Modeli’ne ve yeşil
alanların, akarsuların korunması modeline uygun, yaya ağırlıklı bir kent
modeliydi.
Biz bunu tabi ne yaptık? Bütün bu
yeşil alanları özellikle akarsuları dereleri mahvettik, üstünü kapattık, birer
kanalizasyon çukuru haline getirdik. Bu arada Erman TAMUR ve Hasan AKYAR’ı da
anmak istiyorum. Erman TAMUR abimiz ve
Hasan AKYAR abimiz bu Ankara’nın Dereleri, Akarsuları, Çayları konusunda çok
büyük çalışmalar, önemli araştırmalar ve kitaplar yazmışlardır. Necati hocam da
belki bu konuda birkaç bir şey söylemek ister diye ona söz veriyorum.
Necati YALÇIN: Tabii,
tabii memnuniyetle, memnuniyetle. Ben bu konuda hemen birazdan vadilerle ilgili
konuşacağız ama çok, çok ilgili bir noktaya, bir vadiden Kıbrıs Vadisi’nden bir
örnekle gireyim. Bakın Kıbrıs Vadisi’ni az sonra konuşacağız ama o vadide biz,
Ekim gezimizde her zaman bu vadi muhteşem manzaralar sunuyor. Ekimde
gittiğimizde dediler ki ‘pek çiçek falan kalmadı’. Ben bu çiçeği buldum.
Lütfen dikkat edin çiçeğe şöyle bir bakın. Bu çiçeği inceledim. Karakavuk demişiz biz bu çiçeğe. Tarlalara
saldırıyormuş, hasat makinalarını tıkıyormuş, su için diğer bitkilerle çok
ciddi mücadele ediyormuş. Başarılı bir istilacı olarak biliniyor ve biyolojik
kontrol önlemleri de çok iyi geliştirilmiş, gördüğümüz yerde öldürüyoruz,
vuruyoruz yani bu çiçeği. Tamam zararlı ise öldürelim. Aman da pek güzelmiş
falan dedim. Biraz daha araştırırken Wikipedia’da
ne yazık ki İngilizce olarak bulabildim, Türkçe pek güzel laf yok. Şu solda,
karşınızda solda kalan kırmızı yazılardan başka bu çiçekle ilgili bir şey
bulamadım. Ama ayrı bir yerde Girit Adası, başka bir yerde Güney İtalya’da ise
bu çiçeğin tüketildiğini okudum. Müthiş bir antioksidanmış. Bakın; gut için,
hiperürisemi için çok faydalıymış. Buyurun. Bu, bu Ankara’nın göbeğinde var. Ankara’nın göbeğinde Kıbrıs Vadisi’inde var. Planlama, dediğim gibi vadi ile ilgili ayrıca
konuşacağız ama hiçbir şekilde planlayamamışız bugüne kadar harcıyoruz. Evet. Konumuz sağlıkla ilgili olunca sağlıkla
ilgili de bir şey söylemek istedim.
Mehmet TUNÇER: Bu tür
alanların tabi koruma altına alınması ve..
Selman Koftar (Gazetenehaber) :
Mehmet Bey siz başlamadan,
Mehmet TUNÇER: Evet,
buyurun.
Selman Koftar (Gazetenehaber) :
Pardon çok affedersiniz. Şimdi Jansen Planı’nda kaç tane Ankara’nın o dönemde
akarsuyu, deresi, çayı canlı olarak varmış, şuanda kaç tane deremiz var, akarsuyumuz var bunlardan
bilginiz var mı?
Mehmet TUNÇER: Şimdi
Jansen Planı oldukça aslında oldukça
küçük bir alanı kapsıyor. Yani işte bugün Dikmen Vadisi güneyde, doğuda işte
Mamak tarafı, kuzeyde Keçiören’i bir miktar alıyor, batıda da Tandoğan.
Tandoğan’da hatta bir hava limanı var şu yuvarlak gördüğünüz.
Selman Koftar (Gazetenehaber) :
Evet eski Tandoğan Meydanı.
Mehmet TUNÇER: Tandoğan
Meydanı’nın olduğu yer. Yani dönemde Ankara 25-30 bin nüfus. Demişler ki
yarışmada; olsa olsa 300 bin kişi olur Ankara. Hatta öyle söyleniyor ki ve
biliniyor ki Mustafa Kemal Atatürk 300 binin yanına bir sıfır koymuş. Bunu da
çok değerli bir araştırmacımız söylemişti. Şimdi bu akarsular bakın şuaradan
gelen İncesu Deresi, İmrahor Vadisi’nden
geliyor. Birazdan bahsedeceğiz.
Selman Koftar (Gazetenehaber) :
Evet.
Mehmet TUNÇER: İncesu
gelir işte Kızılay’dan (Yenişehir’den) Gençlik Parkı’nın yanından Hipodrum’un
ilerisinde Akköprü’den Çubuk Çayı’na karışır. Hatip Çayı şuradaki yeşil,
kalenin altından akan. İşte eski Roma Dönemi Bendi’nin olduğu yerde Bentderesi
adını alır ve oradan yine bu Kazıkçı Bostanları’ndan kıvrılarak gelir ve yine
Ankara Çayı’na karışır. Yani o dönemde
bildiğimiz 3-4 tane aslındaç
Necati YALÇIN: Toplam eğer
derelerle falan gidecek olursak, ben hüzünle bu sayıları bir türlü
hatırlayamadığımı her yerde söylerim. Ankara’nın 2 tane rakamını bilmem. Bakın her şeyi böyle çok her
yerde herkese sorarım. Çiçek satıcısı dahil herkese her yerde sorarım. Ama iki sayıyı bir türlü öğrenemiyorum. Çok
hüzünlü bir konu çünkü. Bu sayılardan biri Ankara’daki Tümülüs sayısı. 130 mu
140 mı bir türlü sayısını bilemiyorum. Bu korkunç bir zenginlik. İkinci
bilemediğim sayısı; Dere sayısıdır Ankara’da. 100 tane dere sayılabilir. Tabi
Ankara deyince kent merkezini düşünmeyeceğiz. Ankara’nın kenarından, sağından,
solundan, içine giren, çıkan, girmeyen, yanından geçen çünkü Ankara deyince her tarafı sahiplenmemiz
lazım.
Mehmet TUNÇER: Kirazlı Dere’den
tutta bir dolu dere..
Necati YALÇIN: Bir
keresinde ben öğretmenlerle yaptığım bir konferansta isimleri koydum, ne bunlar
dedim. Ya herkes bir şey söyledi. Oysa o dizi dizi isimlerin içinde dereler
vardı. Dizi dizi isimler koydum, bağlar vardı. Şimdi hepsi semt adı olmuş,
cadde adı olmuş bunların. Kavalıdere diyoruz, nerede dere, nerede kavak.
Dolayısı ile, hah sevgili Hasan Bey’in
bir fotoğrafı var, andı Mehmet hocam kulakları çınlasın bir röportajında
eğilmiş böyle diyor ki böyle aşağıdan aşağıyı gösteriyor.
‘Alttan dere akıyor’ diyor. Asfaltın üzerinde. Dolayısıyla Selman Koftar
(Gazetenehaber) Beycim o hüzünlü bir
sorudur.
Selman Koftar (Gazetenehaber) :
Evet.
Necati YALÇIN: Çok fazla
dere var Ankara’da. Bence Amsterdam ya da bir Paris’ten daha fazla deniz yolu
olurdu kentin merkezi içinde. İler ki tarihlerde bile olsa, çok çok ötede biz
görmeyecek bile olsak birileri buna dönecek ve tarihe yazılacak yani. Katılmayan
dere yok.
Mehmet TUNÇER: Şimdi
Necati hocamın söylediği gibi aslında 20-25 civarında önemli dere var. Ben Jansen Planı içine
girenleri söyledim.
Selman Koftar (Gazetenehaber) :
Evet.
Mehmet TUNÇER: Jansen
Planı küçük bir yer. Fakat o dönemlerden başlayarak, özellikle 1950’lerden
başlayarak bunlar bir Devlet Su İşleri ve belediye politikası olarak hepsi
kanalizasyona çevrilip üstünden yol geçirilmiş. Yani bu maalesef Ankara’nın
Dereleri şu anda yolların altında akıyor. İşte Bentderesi Caddesi çok güzel bir
örnek olduğu için onu veriyoruz. Şimdi giderek Ankara büyüdü tabi. Birçok nazım
plan yapıldı. 1957 Nazım Planı, Yücel-Uybadin Planı, 1960 Planı, 1990 Nazım
Planı (Metropoliten Alan) ve Ankara bugün aslında planları yapa yapa, gele gele
bir plansız şehre geldik. Çünkü şu anda Ankara’nın bir Metropoliten Alan Master
Planı yok. Bu yapılan planların; 2023 ve
2038 Planların yürütmesi durduruldu, tartışmalı, mahkemeler, davalar açıldı.
Çünkü Ankara bir uçtan Polatlı’ya kadar,
bir uçtan Ayaş’a kadar çok dev bir alanda planlanmış durumda ve şu anda bu
planlar Ankara’nın 19 milyon kişiye yetecek kadar bir planı olduğunun
göstergesi. Halbuki bu 19 milyona ulaşmamız için belki de 100 yıl gerek.
Selman Koftar (Gazetenehaber) :
Evet.
Mehmet TUNÇER: Ve bu
belediye bu planları ne uygulayabilir, ne oraya alt yapı götürebilir, ne otobüs
götürebilir, ne burada vatandaş yerleştiği zaman sağlıklı bir çevre oluşabilir,
çünkü altyapı çok zor. Dolayısı ile öncelikli bir konu. Pandemi, salgın
sonrasında Ankara’nın Metropoliten Alan Nazım Planı’nın zero carbon
(Sıfır karbon), yeşil politika, orman, tarım alanları, akarsu ve vadilerin
korunduğu yeşil altyapılı kurulmuş bir nazım plan hazırlanması gereklidir. Var
olan planlar dikkate alınabilir. Var olan planların çok değerli araştırmaları
var. Ben bu planların tamamen yanlış
olduğunu söylemiyorum yanlış anlaşılmasın. Ama şu anda ortaya çıkan bazı
konular öne getirilerek; iklim değişikliği, küresel ısınma, salgın hastalıklar,
pandemi, dirençli kent modelleri ve akıllı şehir modelleri bir araya
getirilerek bu master planlar, nazım planlar yeniden ele alınmalıdır.
Selman Koftar (Gazetenehaber) :
Keyifli bir sohbet, çok bölmek istemiyorum ama ben önemli bir soru olduğunu
düşünüyorum. Mehmet Bey özellikle sizin branşınız olduğu için. Şimdi derelerden
bahsettik az evvel. Planlamalardan ilerliyoruz. Ben hatırladığım kadarı ile
tarihini tam hatırlamıyorum ama kuvvet komutanlıklarının önünde bir zemin
çökmesi olmuştu yolda. Bir adamcağız oradan düşüp epey uzakta bulunmuştu cenazesi.
Allah rahmet eylesin.
Mehmet TUNÇER: Maalesef.
Selman Koftar (Gazetenehaber) :
Bu derelerin üzerinden bu yolların geçirilmesi ile olduğunu düşünüyorum bu tarz
çökmelerin.
Necati YALÇIN: Tabii.
Selman Koftar (Gazetenehaber) :
Peki bunlar bize ilerde başka sorunlar çıkartabilir mi, bu bir planla mı, bunun
bir geri dönüşü var mı, ya da nasıl tedbirler alınması lazım.
Mehmet TUNÇER: Şimdi bu
derelerin hala üstü kapatılıyor. Bakın Çayyolu’nda Kutugün Deresi vardı. Biz taşındığımız zaman
15 yıl önce. Kutugün Deresi’nin iki tarafından Söğüt ağaçları ve orada kuşlar,
çeşitli flora- fauna bitki örtüsü, hayvan varlığı vardı ve bu dere akardı. Biz
ahşap bir köprüden geçerdik ve bu konuda Gazete Ne Haber’de bir yazımda
yayınlandı geçtiğimiz günlerde.
Selman Koftar (Gazetenehaber) :
Evet.
Mehmet TUNÇER: Gitti
Kutugün Deresi diye. Bir gün bir baktık bütün ağaçlar kesildi. Yani
kilometrelerce bütün o söğütler bir gecede ve bir günde bütün insanların
feryatlarına rağmen kesildi. Dere, kepçelerle kazıldı ve oraya bir beton künkler
döşendi ve piknik alanlarının içinden geçen Çayyolu Deresi, Çayyolu adını veren
dere yok edildi. Yani bakın bu ne kadar vahşi bir olaydır. Yani bu dere
korunsaydı, o derenin iki tarafı bisiklet yollarıyla, yürüyüş yollarıyla
geliştirilseydi, piknik alanları yerinde kalıp da daha da geliştirilseydi,
bugün Çayyolu’nda, bu beton yığınlarının içinde yaşamazdık. Yani biz bir kere
bundan sonraki yapılacak akarsuların, derelerin, çayların kendi mecralarında
akmasını sağlayacak önlemler almalıyız. Mesela İmrahor Vadisi için yüksek
lisans tezleri yazıyoruz, kitaplar yazıyoruz, toplantılar yapıyoruz, Necati
hocamla birlikte konuşmalar yapıyoruz. İmrahor Vadisi, bütün doğallığının yok
edilmesi ve şuanda sadece bir kanalın içine alınması tehdidi altında.
Biliyorsunuz Kanal Ankara Projesi. Birazdan onlardan bahsedeceğiz. Yani
geçtiğimiz hataları, geçmiş yıllardaki son 50-60-70 yıldaki hataları aynen
devam ettiriyoruz. Ettirmememiz lazım onu söylemek istiyorum ve bu planlar ele
alınırken makro planlar, yeşil altyapı, mavi altyapı çok önem taşıyor. Buna
peyzaj mimarları da çok değer veriyorlar. Orman mühendisleri çok değer
veriyorlar. Ankara’da kalıntı ormanlar var. Bu ormanların birleştirilerek,
bütünleştirilerek yeşil kuşak oluşturulması eski planlarda vardı. Bunlardan
vazgeçildi. Bunların yeniden ele alınması lazım. Bu kalıntı ormanlar bir
ekolojik sistemin parçası olarak planlanması gerekir. Şimdi ben bunu, Necati hocam burada bir şey söyleyeceksen hocam ?
Necati YALÇIN: Tabi, tabi.
Şöyle; Burada kritik bir konu var aslında. Paris Anlaşması. Paris Anlaşması,
Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi içinde bir anlaşma ve
küresel ısınmanın 2o derece altında kalacağı falan, bunun 20’de
başlayacağı öngörüldü. Bu aslında bakarsanız bizim bu Paris Anlaşmasıyla önemli
ülkeler arasında Türkiye. Şöyle ki; Akdeniz coğrafyasındaki ülkelerin tamamı,
çok çok Akdeniz Havzası’nda ki ülkelerin tamamı çok önemli ve burada bir
emisyon azaltımına da gidilmesi gerekiyor. Belki bu,
Mehmet TUNÇER: Evet.
Necati YALÇIN: Covid-19
günleri bu anlamda da bizi ülke olarak da bir yerlere doğru yöneltir. Bunu
çokça çevre kuruluşları, bu konuda dernekler bunu çok dile getiriyorlar. Bizde
böyle önemli bir konuyu en azından bu söyleşimizde dile getirmiş olalım. Şunun
altını çiziyim; yüksek karbonlu, enerji yoğun, kömüre ve diğer fosil yakıtlara
dayalı ekonomik büyüme de Türkiye’nin ısrar etmemesi konusunda pek çok çevreci
tavsiyelerde bulunuyor. Ben en azından ülke olarak bununda bir an önce çok ciddiye alınmasını, özellikle bu günlerde
belki bu Covid-19’un etkisi olur, Corona’nın etkisi olur diye bir kere daha
bizim bu söyleşimizde altını çizmiş olalım.
Mehmet TUNÇER: Çok doğru
bir şey. Şöyle; 2 buçuk ay kadar insanlar evlerine kapandı. İstanbul’da,
Ankara’da, Antalya’da, Konya’da işte Isparta’da şurada burada bir çok yerde
hava temizlendi. Demek ki doğayı kendi akışı ile ve kendi ekolojisi ile serbest
bıraksak biz, bir cennet ortamında yaşayacağız. Yani araçları mümkün olduğu
kadar az kullanmak. Tabi şimdi toplu taşımacılık biraz, evet doğayı koru ki
doğada seni korusun! Bu çok önemli.
Selman Koftar (Gazetenehaber) :
Elbette.
Mehmet TUNÇER: Çünkü biz
ekolojik planlama diye bir kavram var. Ekolojik planlama; işte bu zero carbon
(sıfır karbon) emisyonunu dikkate alan yeşil binalar, green architecture
konusunu dikkate alan, çevre planlamalarında çevreyi öne çıkaran ve yeşil
altyapıyı öne çıkaran konulardır. Ben
şimdi burada bir sonrakine geçersek eğer.
Selman Koftar (Gazetenehaber) :
Evet.
Mehmet TUNÇER: Geldimi şey
?
Necati YALÇIN: Geldi,
geldi. O doğayı koru ki yansısını özellikle yansıtmak istedim çünkü tam yerine
uyuyor.
Selman Koftar (Gazetenehaber) :
Çok isabetli oldu evet.
Mehmet TUNÇER: Çok güzel
bir şey bu. Çünkü bakın nüfus yoğunluğunun yüksek olduğu yerler, salgının da,
salgın hastalıklarında ve çeşitli tabi başka sorunlarında; terörizm gibi,
anarşi gibi ne biliyim işte bir takım geri kalmışlık gibi konularla doğrudan
ilişkili. Şimdi bu Ankara’da salgın ilk yayıldığı zamanlarda ve sonrasında
bakıyoruz ki mesela şu bölge Çayyolu
Bölgesi. Burada da var nispeten ama,
Necati YALÇIN: Çünkü
Çayyolu’ da eski Çayyolu değil ki artık. Yani oranında nüfusu hiç fena değil.
Mehmet TUNÇER: Tabi, tabi.
Necati YALÇIN: Onun için
orası da kalabalık.
Mehmet TUNÇER: E tabi
birazda şey, insanların ekonomik gücü ile bağlantılı ama bakın,
Necati YALÇIN: Sen ne
diyorsun iki katlı ev bile yoktu. Şimdi yan taraftaki resimdeki blokların çoğu
Çayyolu’nda. Yani tabi ki orada da olacak. Yetişiyor, Kızılay kadar nüfusu
olacak yakında.
Selman Koftar (Gazetenehaber) :
Tabi ki, Çayyolu Köyü olduğu dönemleri bildiğimiz için, hatırladığımız için.
Necati YALÇIN: Tabi, tabi.
Mehmet TUNÇER: Evet.
Necati YALÇIN: Süreler,
inek sürüleri gezerken şimdi blok blok gökdelenler dikili duruyor.
Mehmet TUNÇER: Maalesef.
Şimdi Keçiören’de, Ankara Kalesi ve çevresinde, Altındağ’da ve merkezde işte
Sincan, Batıkent, Eryaman’ın yeni yerleşmeler kısmında Demetevler’ de özellikle
çok yoğun olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla bu nüfus yoğunluğu ve ekonomik yapı
ile de bağlantılı bir olay. Yani aslında insanların yaşam koşullarını
iyileştirmek, onların ekonomik güçlerini geliştirecek önlemler almak ve çevre
duyarlı planlamalar yapmak gerekir. Giderek azalan yeşil-mavi altyapı
sistemleri bunlardan bahsettik. İmrahor Vadisi ve göller. Mogan – Eymir Gölleri
ve onun devamı olan İmrahor İncesu Deresi,
Necati YALÇIN: Hocam
vadilere geçmeden şu mahallelerle ilgili, planlamalarla ilgili bir iki şey
ekleyelim mi. Bak hazır böyle şu görüntü varken bu görüntünün üstüne şunu
ekleyelim mi izninle. Ben çünkü bu başlığı çok seviyorum. Senin Çayyolu’nda da
ciddi bir Çayyolu’yla imtihan yaşanıyor ve şu anda sınıfta kalmamız söz konusu.
Kaldık, kaldık ama eskiden iki kere kalınca atılıyorduk ya okuldan, okuldan
atılmama adına cümle kurmak istiyorum. Şimdi birinci imtihanımız Yahudi
Mahallesi’yle sürüyor şu anda Ankara’da. Burası bakın, hiç abartısız 500 yıllık
bir mahalle. 500 yıllık mahalleye yani Paris’in mahallesi bile eski, yeniden
yapıldı edildi, 100-200 yıl arası. 500 yıllık mahalle. 50 tanesini de
tescillemişiz. Ama ben kasıtlı olarak
burada bir yangın görüntüsü veriyorum.
Çünkü daha geçenler de gene yangın görüntüsü geldi. Allah aşkına şu binayı yakmasanız, tekmeleseniz de zaten inecek aşağıya ki bu evde Mustafa Kemal ‘in en azından bir gün kaldığı söyleniyor. Yanındaki Araflar’ın Evi eşi benzeri olmayan ikiz konak ve bende şöyle bir şey yazdım buraya. Kimisi yangın çıkarıyor, kimisi de belgesel çıkarıyor burayla ilgili ki adını da analım diye sevgili Enver’ i de, Enver Arcak’ı da buraya koydum. Enver Arcak’ın bu belgeseli dünya da çok ciddi ilgi görüyor. Özellikle dünya Yahudileri çok ilgi gösteriyor. Buradan şunun altını çiziyorum. Burada ciddi bir Dini Turizm” yapılabilir ve Barış, barış da sağlanır yani muhteşem bir fırsat. Bir belgesele bu ilgi gösteriliyorken oradaki bir konağa, bir yapıya, bir Sinagoga korkunç bir ilgi gösterilebilir. Şimdi hemen mahallelerle imtihanda Saraçoğlu’yla da ilgili iki dakika da bir şey söylemek istiyorum.
Tamda doğa demişken, tam da yabancı ülkelerle işbirliği demişken,
turizm demişken işte size Poul Bonatz gibi Almanların bir mimarı. Bakın şu
güzellikteki bir yapı ve burada bir
ağaçkakanla sincap koydum kasıtlı. Çünkü bu binalar daha düne kadar lojman olarak kullanılırken
bazılarının camlarının yeni değiştiğini biliyorum. Arkadaşlarım orada
oturuyordu. Devlet dairelerinde
çalışanlar. ‘Yav bizim pimapenler yeni değişti’ demiştir. Biz, sanıyorum
derelere uyguladığımız taktiği bir farklı şekilde de mahallelere uyguluyoruz.
Nedir derelere uyguladığımız; Pisletiyoruz, pisletiyoruz, pisletiyoruz sonra
diyoruz ki ‘ya çok pis ya bu’. Başa çıkabilmemiz için anca bunları gömmemiz
lazım diyoruz. Gömüyoruz. Şimdide gerek Saraçoğlu, gerek Yahudi Mahallesi ki
birkaç güzel haber ve Büyükşehirden, onları bu sunumda yine konuşuruz.
Selman Koftar (Gazetenehaber) :
Evet.
Necati YALÇIN: Ama şuanda buralarda bir şey yapılamadığı için en
azından bir şey olmadığı için; yangınlar, yıkımlar, sondajlar falan falanlarla
burada bir takım zararlar olduğu için hızla bahsediyorum. Buraların bu
şekilde terk edilerek, kapısı kitlenerek
işte çatısından su çökecek bilmem e işte mahvoldu falan, buraları yıkacağız
maalesef demeye gerek olmadığını düşünüyorum. Mutlaka ve mutlaka önlemler
alınmalı ve bunların bugünlerde özellikle böyle Covid-19 günlerini konuştuğumuz
günlerde işte size ağaç, işte size çiçek, böcek. Efendim ağaçkakan, sincap.
Yani Ankara’nın hangi bir parkında
sincap var.
Selman Koftar (Gazetenehaber) :
Yok.
Necati YALÇIN: Avrupa’nın
hangi parkında sincap yok. Sincap yaban hayatın bir örneğidir çünkü.
Selman Koftar (Gazetenehaber) :
Evet.
Necati YALÇIN: Bakın, biz
burayı Güvenpark, işte belediyenin son hamleleri inşallah daha da güzel eski
yeşilliğine kavuşacak falan. Bu durumda bir anda Avrupa’nın parklarının önüne
geçme şansımız var. Avrupa ve Amerika 100 yıl kadar önce sincap koymuş oraya.
Onu kendileri getirmiş koymuş. Sordum çünkü bu nereden geliyor diye. Dağdan
kaçıp sincap bir parka sığınmaz. Özellikle koymuşlar. Medeniyet göstergesi,
sincaplar orada çoğalmaya başlamış. Bizimde güvenpark’da yarın sincap görme
şansımız var, Saraçoğlu’nu bir kurtarabilirsek. Ama biz artı puan yapacağız.
Ağaçkakanımız da olacak. Biraz zor koyarlar onlar parklarına ağaçkakan.
Bizimkinde hazır. Ha bir de hemen potansiyel olarak söyleyeyim. Yeşil puanlar
geliyor.. (Video kesiliyor) Dk: 37:11
Mehmet TUNÇER: Geldik bu
salgın sürecinde doğal değerlerin, akarsuların, vadilerin ve düşük
yoğunlukların çok önemli olduğunu,
Selman Koftar (Gazetenehaber) :
Evet.
Mehmet TUNÇER: Yüksek yoğunluklu bloklarda yaşam koşullarının giderek zorlaştığını ve zorlaşacağını söylüyoruz. Dolayısıyla, giderek azalan yeşil-mavi altyapı sistemlerinin Ankara’da bir makro plan çerçevesinde geliştirilmesi gerektiğini söylüyoruz ve Ankara’da bakın 1970’lerde ne kadar yaygın ve geniş yeşil alanlar var. Bugün Atatürk Orman Çiftliği ne kadar daraldı ve büyük oranda biliyorsunuz Anka Park yapılarak yeşil alan yok edildi.
Tabi Atatürk Orman Çiftliği’nin parça parça elden çıkması ta 1940’lardan bu
yana.. Şu anda bizim elimizde %30 civarında bir AOÇ kalmıştır ve o %30-33
civarındaki Atatürk Orman Çiftliği alanlarını çok iyi değerlendirmemiz, kent
parkı olarak kentin çünkü gençlik parkına kadar gelen bir yeşil kamasıdır bu.
Ben şuan benzetiyorum; Londra’daki Hyde Park ( video donuyor), Regents Gardens
ve tüm bu parklar sistem kentin merkezine kadar gelir. Piccadilly’e kadar Oxford Circus’ kadar gelir
ve oradan başlayarak siz yürümeye başlarsanız kilometrelerce yürürsünüz. Bu
AOÇ’den sonra ODTÜ Ormanı tabi çok
değerli.
Bu konuda Necati hocam biliyorum
çok güzel şeyler söyleyecek. ODTÜ Ormanı maalesef ve maalesef son dönemde,
Melik GÖKÇEK döneminde uygulamalarla büyük oranda niteliğini yitirdi ve iki
tane otoyol açıldı. Kuzey-Güney
bağlantısı. İşte bu Malazgirt Caddesi ve Doğu-Batı bağlantısı ve şuanda hala bu
parça parça gelmek üzere bu ODTÜ Ormanı’nın bütünlüğünün korunması. Çünkü
Ankara’ da Mustafa Kemal Atatürk’ün başlattığı Atatürk Orman Çiftliği bir
aslında kalkınma ve bir model olarak çok önemlidir. Kemal KURDAŞ’ın ODTÜ’müzde
başlattığı orman girişimi ve yeşil alanlar girişimi de orada bir ekoloji
oluşturmuştur. Yapayda olsa bir orman oluşmuştur. Bunları korumak çok önemli.
Geliyorum İmrahor ve Gölbaşı
Bölgesi’ne. Eski planlarda bu alanlar da hep korunmuştu. Ama son zamanlarda
maalesef ve maalesef şu arkamdaki Yeni Güneypark Kentsel Gelişim Projesi ile bu
İmrahor Vadisi de yok edilmek isteniyor. Bütün yamaçlarda çok katlı bloklar
oluşmuş durumda. Kentsel dönüşüm mü artık, rantsal dönüşüm mü artık bilmiyorum.
Geçen sene bir tez bitirdik, çok sevgili öğrencimiz Öznur Aytekin yazdı, onu
kitap haline de getirdik …
İmrahor Vadisi ve kentsel
dönüşümün gelişimi burada, bu kitapta da yer alıyor ve İmrahor Vadisi’nin içine
kadar inen çok katlı yapılaşmalar ve önce Kanal Ankara adı ile başlayan ve
sonra da Millet Bahçesi adıyla devam eden uygulama, İmrahor Vadisi’ni de tahrip
etmek üzere diyelim.
Bu konuda da Necati hocama söz
veriyorum. Çünkü onun da burada çok değerli düşünceleri ve katkıları olacaktır.
Buyurun hocam.
Necati YALÇIN: Çok teşekkür ederim Mehmet hocam. Öncelikle İmrahor Vadisi demişken, İmrahor Vadisi’ndeki son çabaların ki adı sanıyorum büyük bölümü yani o yukarıdaki gökdelenler ayrı birde aşağı da betonlaşma mesela derenin betona alınması, çeşitli yerler yapılması, Millet Bahçesi oluşturulması gibi gayretler var. Bazılarının iyi niyetli olduğunu düşünüyorum ama şunu okuyamıyorum. Örneğin benim evimde, internette de rahatlıkla bulunabilecek Ankara Yerleşim Merkezi’nin Çevresindeki Alanlarla Floristik Yönden Karşılaştırılması diye bir araştırma var. Bu internete yazıldığı anda çıkar. Burada, bu çalışmada İmrahor Vadisi’nin endemiklerinden söz ediliyor. Acaba yapılacak çalışmalarda bu endemiklerin olduğu bölgeler, alanlar özel olarak korunuyor mu. Endemiklerin korunmasına ilişkin bir çalışma var mı. İnşallah vardır ve bu basına yansımamıştır diyorum.
İmrahor Vadisi Ankara’nın yeşil olarak kalmış ve belki
de korumamız gereken vadilerinden en başta geleni demek istemiyorum. Falanca,
Kıbrıs Vadisi en başta diyebilir. Bütün bu dileklere de katılıyorum. Bence
hangi vadi en başta demiyorum (videonun sesi kısılıyor)… en başta olsun. Çünkü
biz elimizle şuanda nasıl elimizle, bol bol taş ocakları açmışız zamanında.
Elimizle bir anlamda yok ediyoruz. Bakın şurada sayılan her şey, özetledim ben
bunu tabi hatta bakın burada bir oturdum kroki bile çizdim. Bu kroki ile
gezecektik bu sene. Corona, gezemedik.
Büyük gruplarla gidecektik hocaları falanda alıp. Bakın birkaç tane
şelale var içinde. Yani Ankara’nın merkezinde şelaleli dikkat ,öyle yukarıdan
su akıtayım da dökülsün değil. Ona da saygı duyuyorum bir peyzaj düzenlemesi
yapıyorlar, güzelleştirmeye çalışıyorlar kabul o da yapılsın ama bunlar doğal
şelale, doğal şelale. Taş ocakları ile ilgili yuvarlak cümle kurmayım net bir
cümle kurayım. Taş ocakları Kıbrıs Vadisi’ne kaya yuvarlayan taş ocakları ya da
toz bulutu ile orayı bir şekilde kirleten, sularının tükenmesine neden olacak
taş ocaklarının sayıları daha geçenlerde yine arttırıldı. Yine izin verildi. Ya
3 kilometre 5 kilometre öteye izin verilsin. Neden tam buraya izin veriliyor.
Taş mı yok. Memleketin her tarafı taş, toprak. Her tarafa yapılabilir, taş mı
yok ya da Kıbrıs Vadisi Derneği Yetkilileri Hasan Bey’ler, ikisi de Hasan
başkan ve başkan yardımcısı kulakları çınlasın. Onlar diyorlar ki; ‘ Mahkemeye
verdik, alanını genişletiyor. Genişletmesin,
kontrol edilsin bunlar ya da ötelerde bir yere gitsinler, ne yapıyorlarsa
yapsınlar’. Burası o kadar değerli ki yani bunlar Ankara’nın oksijen depoları.
Yapılmamalı. Bakın, bizim memleketin zenginliği bir tarafa toprağın bereketine
bir örnek vermek istiyorum. Allium Cepa. Bunu biliyor musunuz Allium Cepa’yı.
Evet. Bu Allium Cepa’nın ilk fotoğrafı, koydum. Çünkü bizim hocalar dedi ki;
‘Oo Allium Cepa’ dedi. Allium Cepa’nın bir sonraki fotoğrafını da şimdi size,
bugünkü fotoğrafını da veriyorum bakın bu güzellik. Bu ne biliyor musunuz.
Bildiğimiz kuru soğan ve bu bakın, bakın şuaradaki fotoğrafta da görüyorsunuz,
bu benim küçücük saksımda yetişen kuru
soğan. Bu kadar, bu kadar verimli. Şimdi bu çiçeklerin her biri yüzlerce tohum
verecek. Yani biz Anadolu zengin, Anadolu zengin diyoruz ya, aslında toprak o
kadar zengin ki Anadolu Toprağı ayrıca
zengin zaten. Yani bunu çok ciddi anlamda mahvetmek için uğraşmalısınız ki
mahvedesiniz. E bizde onu yapıyoruz, yapmayalım. Yani çok basit yapmayalım. Dokunmayalım.
Evet. Böyle bir sloganla bitirmek istedim.
Mehmet TUNÇER: Şimdi ben
şunu hatırladım Necati hocamın şeyinden; Biliyorsunuz 1402’de Yıldırım Beyazıt
ve Timur karşı karşıya geldiği zaman Çubuk Ovası’nda. Timur’un ordusu fillerle
geliyor, tabi Yıldırım Beyazıt,
Necati YALÇIN: Ormandan
nasıl geçti.
Mehmet TUNÇER: Yıldırım
Beyazıt’ın ordusunun bozguna uğramasının
en büyük nedenlerinden birisi de budur aslında ve o bölgede öyle sık bir
orman dokusu var ki Timur, filler geçsin diye ormanı açtırıyor ve ormanın
içinden gidiyorlar. Bakın Ankara’nın çevresinde bu kalıntı ormanlar; Beynam,
Kızılcahamam vs. bunlar yüzyıllarca hoyratça ve vahşi bir şekilde tahrip
edilmiştir. Bugün hala, mesela Kızılcahamam 79 kilometre gidin, Kızılcahamam
Milli Parkı, Türkiye’nin en küçük milli parklarından biridir. Planlamasını da
biz yapmıştık, çok iyi biliyorum. Orada
işte Kara akbaba var biliyorsunuz. Kara akbabalar çeşitli yerlerde
konaklıyorlar ve işte orada kendi yuvarlarını kuruyorlar tabi ama bunlar leşle
de beslendiği için kalkıyorlar işte orası kokmaya başlayınca başka bir yere
gidiyorlar. Kara akbabalar Kızılcahamam’ın da simgesi. Bir kalkıyor kara
akbaba, bir uçuyor, 20 kilometre, 25 kilometre uçabiliyor ve bunlardan dünya da
40- 50 çift kalmış. Yani Türkiye’de belki bu kadar az kalmış. Fakat bizim milli
park sınırı o kadar küçük ki, milli park sınırı o kadar küçük olduğu içim kara
akbaba kalkıp uçtuğu zaman parkın dışında siz bunu avlayabilirsiniz. Yani
akbabayı vurmak milli parkın dışında serbest. Ayılar içinde b geçerli. Mesela
ayılar milli parkın içinde aç kalıyorlar. Çünkü köylü geliyor, ayıların yemesi
gereken işe bir takım orman ürünlerini topluyor. Bunlar, ayılar tabi ne yapacaklar, köyden
aşağıya iniyorlar ve milli parkın sınırın dışında ‘ aman burası dışarısı çıkma’
filan diyemezsiniz. Ama başka ayılar bunları tüfekle vuruyor. Yani milli park
sınırlarını mutlaka büyütmemiz lazım. İşte Kıbrıs Vadisi dedi Necati hocam,
İmrahor Vadisi. Bunlar mutlaka ve mutlaka kesin koruma statüsüne
kavuşturulmalı. Bekir ÖDEMİŞ’ide burada analım. Sayın Bekir ÖDEMİŞ, Kıbrıs
Vadisi için bu alanın bir çevre koruma bölgesi olması için, tabiat parkı olması
için yazışmaların uygulamaların içinde. Ona da teşekkür ediyoruz.
Necati YALÇIN: Hatta
bizzat orada bugünlerde yürüyüş de yapacağız ama o icraatlara en sonra
değinelim ama şimdi tam bu koruma alanı falan dedin ya hocam bak şunu
atlamayalım. 8 Temmuz 2020 yani sıcağı sıcağın alınan bir karadan söz edelim.
Merkez Av Komisyonu Toplantısı’nda alınmış bu karar. Her sene işte doğa, change.org’
bir takım dilekçeler veriliyor doğayı koruma ile ilgili. 19-20 kuruluş bu
alanda mücadele ediyor. Bakın neler yazıyor; ‘Aman avcı vurma beni’ ‘Vurulmasın
onlar, yok oluyorlar! Uyan’ falan falan. Hepsi geçmiş. 8 Temmuz 2020: Üveyik ve
Elmabaş Patkalar’ ın avlanmasına bu senede izin verilmiş. Taze haber, taze
haber ve avcı bir av gününde, bakın 2020-2021 sezonunda 3 Üveyik 2 de Elmabaş
Patka vurabilirmiş. Zaten toplasan orada bu kadar o kuştan yoktur büyük
ihtimalle. Yani avcı en üst sınırında üstünde yetkilendiriliyor. Dolayısıyla
çok ciddi anlamda doğaya bakışımızın, çevre anlayışımızın hakikaten değişmesi
lazım. Birde, birde Mehmet hocam madem şeyi söyledi, bir büyükşehir ile ilgili
uygulama söyledi. Bir sıcak haber daha olsun o zaman, sevgili hocam bunu dün
akşam birlikte öğrenmiştik hatırlarsan. Neydi, şu. Evet, sen oku lütfen Mehmet hocam.
Mehmet TUNÇER: Tabi şimdi
Bekir Başkan’ın izni ile bunu söyleyelim, Anafartalar Caddesi sokak
sağlıklaştırma ve cephe ihalesi yapıldı. Cephe iyileştirme ihalesi ki bu çok
önemli. Biliyorsunuz orada tabelalar, çıkmalar, cumbalar üzerindeki kapatan,
binaları kapatan,
Necati YALÇIN: Güzel
haberler diye paylaşmak istedim.
Mehmet TUNÇER: Evet,
bunlar için bir reklam yönetmeliği, pano yönetmeliği de hazırlandı. Onu da çok
iyi buluyoruz. Teşekkür ediyoruz. Antik Tiyatro konusu başlı başına bir konu.
Bu konuda da bir yazım çıktı Gazete Ne Haber’de. Bu Roma Tiyatrosu’ nun çevre
düzenlemesi, arkeopark olarak düzenlenmesine
ilişkin ihale ve tiyatronun restorasyonuna ilişkin bir ihale 5 Ağustos’
da yapılacak. Bu da çok önemli. Çünkü burası yıllardı bizim feryatlarımıza,
yani bizim korumacıların, bütün üniversitelerin, odaların. Bir çöplük halinde
içinde ateş yakılan, mezbelelik utanç verici bir haldeydi. İnşallah bu halden kurtulacak ve bir UNESCO mirası olarak
restore edilecek. Konya Sokak, Kediseven Caddesi ve Çıkrıkçılar Yokuşu’nda da
düzenleme çalışmaları başlıyor.
Necati YALÇIN: Hepsi bence
deminden beri han planlama şöyle olmalı böyle olmalı diyorduk, olumlu şeyleri
de yansıtma da fayda var diye. Ama bu konuda da ben yazmadan Mehmet hocam
yazdığı için anlatmayı ona bırakmak istedim.
Mehmet TUNÇER: Çok
teşekkür ederim sağ olasın. Şimdi ikinci bölümde yayınlanacak Gazete Ne
Haber’de onu da izleyicilerimize duyuralım. Devam ediyorum izninizle. Bu
İmrahor Vadisi’ni konuştuk. arkamda onu koydum. Mühye Köyü ve İmrahor
Vadisi’nin yıllar önceki durumu ve şu anki durumu. Yani bütün biz o meyve
bahçelerini, kavakları hepsini derenin içine hatta kiremit fabrikası, tuğla
fabrikası izni vererek çöplüğe döndürdük, mahvettik. Yani önce Saraçoğlu’nda
olduğu gibi önce mahvettik. Şimdide efendim düzenliyoruz, ithal türler, yabancı
peyzaj ögeleri ve kanala alarak yani şuradaki bakın burada kendi doğasında
akmakta olan ve bizim Kutugün Deresi’ndeki söğüt, kavak vs. ağaçlarının dereyi
tanımladı ama tabi bunlar kesintiye uğramış, değeri kalmamış. Zaman zaman sel
geliyor bir yağışta taşkın oluyor neden oluyor. Çünkü dere akacak mecra
bulamıyor. Şimdi bu vadiler, bu akarsuların bulunduğu yerler çok önemli. Tarım
ve hayvancılığın geliştirilmesi için, kent tarım için ve çevresel alanların,
çevre tarım alanlarının korunması için çok değerli alanlardır. Yetersiz
beslenme sorunu yaşıyoruz. Şu anda Türkiye maalesef ve maalesef artık kendi
kendine yeten bir ülke olmaktan çıkmıştır. Kurban Bayramı’nda kurban ithal
eden, işte hatta hayvan samanlarını bile dışarıdan alan, patates – soğan ithal
eden bir ülke haline gelmiştir. Yani Hollanda gibi bir ufacık ülkenin ürettiği
et, süt, hayvan ürünleri peynir vb. ürünlerin Türkiye’ de olsalar belki
Hollandalılar herhalde bütün dünyayı doyururlardı. Yani ben bu bir şeyi
anlayamıyorum. Tamamen bir plansızlık, tamamen bir köylüyü desteklememek,
hayvancılığı desteklememek.
Bolu’da yaşadım, Bolu yaylaları
330’dan fazla yayla var. Bu konuda da bir kitap yazmıştım, Abant Tabiat Parkı
ve yaylalarla ilgili. Bu yaylalar maalesef ve maalesef terk edilmiş. Köylü
artık hayvancılık yapmıyor. Buraları işte turizme açtırmaya çalışıyor,
pansiyonculuk yapmaya çalışıyor. Bu demek ki vadiler, tarım alanları, yaylalar,
meralar mutlaka korunmalıdır ve pandemi süresinde ve sonrasında giderek azalan
tarım ürünlerinin arttırılmasına desteklenmelidir. Bunun için Büyükşehir
Belediyemiz büyük çabalar gösteriyor onu da biliyorum. Merkezi yönetimde büyük
çabalar gösteriyor. Bu konuda ulaşıma geçmeden
Necati hocam burada söyleyeceğin bir şey varsa, ulaşıma geçeceğim çünkü.
Necati YALÇIN: Lütfen
devam.
Mehmet TUNÇER: Bu konuyu
bitiriyorum. Şimdi tabi ki artık herkes giderek dolmuşlarda tıklım-tepiş,
efendim otobüslerde üst üste seyahat etmek istemiyorlar. Çünkü ulaşımın en
yaygın olacağı yerler buralar. Dolayısıyla toplu taşımacılığa evet ama bunun
daha sağlıklı ve daha düzenli hale
getirilmesi, özellikle bu dolmuş sistemlerinden vazgeçilmesi lazım ve
tramvay sistemleri yani Ankara’da metro sistemlerinin geliştirilmesi, salgına
uygun hale getirilmesi ve bunun tramvay sistemleri ve bisiklet yolları ile
desteklenmesi gerekir. Bakın, insanlar evlerinde kapalıyken yapılan bir takım
uygulamalar var. İzninizle bunu ben eğer gösterebilirsem göstermek istiyorum. Şimdi bakın Berlin’de,
orada yaşayan bir arkadaşım yolladı, 40 yıldır orada. Sonra ben videosunu
buldum. Bisiklet yolları genişletiliyor. Yani bizde bisiklet yolu yok, hemen
hemen hiç yok. Şuanda belediyemiz 60 kilometre kadar bisiklet yolları yapmak
istiyor. Fakat Berlin’de ki bisiklet yolları, yollara doğru genişletiliyor ve
bir çizgi daha çekiliyor. Yani insanların karşılaşmasına ve yakın geçmesini
engelleyecek bisiklet yolları yapılıyor ve de bisiklet yollarının
genişletilmesi çalışması Berlin’de. Şimdi bu bisiklet yolları, yollara doğru
özellikle kent merkezlerinde bir kere kent merkezlerine araç girişi
kısıtlanıyor, Londra, Paris, New YORK ve benzeri kentlerde, Pekin’de, kent
merkezlerinde hatta paralı giriş düşünülüyor. Bisiklet yolları ise yollara
doğru bir hat daha çizilerek geliştiriliyor. Bu pandemi süreci sonrasında tabi
bunun daha da artacağını tahmin etmek zor değil. Yani bisiklet yolları
çalışmaları daha da artabilir. Şimdi belediyemizin de bu konuda çalışmaları
var. Şuanda 6 etapta çok değişik bölgeleri birbirine bağlayacak bisiklet
güzergahları planlanıyor ve bu aslında 65 bin civarında arabanın da merkeze ve
merkez dediğimiz sadece Kızılay-Ulus değil, işte bizim bulunduğumuz 100. Yıl
Bölgesi ya da Ümitköy- Çayyolu Bölgesi ya da Etimesgut Bölgesi, Batıkent
Merkezi, Eryaman, Sincan Bölgeleri buralara araçların girmesini kısıtlayan ve
bisiklet yollarına ağırlık veren projeler hazırlandı, hazırlanıyor ve bunlar
uygulamaya geçecek. Yani pandemi süresince toplu taşımacılık geliştirilmesi
gerekir giderek. Yaya bölgeleri ve yaya ağırlıklı mekanlar geliştirilmesi
lazım. Ulus’ da mesela bazı bölgeler tamamen kapatılabilir. Kızılay’da bazı
bölgeler tamamen kapatılabilir ki ekolojik kent merkezi yaklaşımı bunu
gerektiriyor, bu konuda yazılarımız var. Kamusal mekan kavramı giderek
değişecek. Yani burada altta gördüğünüz bu kalabalık pazar yerleri, kalabalık
toplanma alanları giderek azalacak tabi öyle görünüyor. Daha büyük ve daha
geniş meydanlar, daha rahat ve daha insanların özgürce dolaşabileceği yaya
mekanları oluşturulacaktır, oluşturulmalıdır diyorum.
Necati YALÇIN: Hemen şunu
ekleyelim. Aslında bizim özümüzde bunlar var. Örneğin; Ankara’da çok eserler
bırakan ünlü mimarlarda Egli, Ankara’da yapılar, hatta Türkiye’nin çok çeşitli
yerlerinde eğitim yapıları da yaptı. Bunları yapmadan önce: ‘Ben bir Anadolu’yu
gezmek istiyorum, Türk Mimarisi’ni görmek istiyorum’ demiştir. Zamanın
yoklukları içinde, zamanın yönetimi bu Cumhuriyet’i kuran aydınlık ve girişimci
insanlar, Egli’yi gezdirmişler. Hemen her yeri gezdirmişler ve Egli’de
Ankara’ya döndüğü zaman yaptığı yapılarda çok ciddi Türk Mimarisi Unsurları
kullanmıştır. Bunlardan bir tanesi tamda şuanda ekranda görünüyor, evlerde bu
sistemi kurmak. Yani avlulu sistem. Evlerde yani aslında biz Covi-19 (Corona)
falan diyoruz ya ne yapsak falan. İşte mesela Madrid’den örnek veriyoruz falan
ama bizim özümüzde avlulu sistem de evlerimiz var. Bunları büyüttüğünüz anda
işte böyle yapılar çıkacak ve bunun özüde yine bizde. Yani biz bir özümüze
bakmayı bir yabancı mimarın Anadolu’yu gezip yorumlaması gibi özümüze bakmayı
bir bilebilsek, özümüze baktığımız anda da bunun muhteşem örneklerini
görebiliyoruz. Yine yabancı çok değerli bilim insanları kullanılarak eğitim
sistemimiz de yaptığımız Köy Enstitüleri Sistemi gibi. Yani dolayısıyla
bugünlerde de yine şöyle geçmişimize bir daha bakmak, mimariyi incelemek,
koskoca bir Mimar Sinan çıkarmış, onun yaptıklarına bakmak, onun çevreci
yaklaşımları işte temelin nasıl oynayacağı, yok efendim güvercinin gübresi,
mikrop, mürekkep vs. falan. Dolayısıyla bugünlerde hem batıdan yararlanmalıyız
hem özümüze bir kez daha bakmalıyız ama doğaya, çevreye ve insana saygıyı
hiçbir zaman aklımızdan çıkarmamalıyız.
Selman Koftar (Gazetenehaber) :
Evet.
Mehmet TUNÇER: Şimdi çok
teşekkür ederim bu tabi geleneksel mimariden yola çıkarak yeni yaşam
çevrelerini, dokuların mimari ve çevre olarak planlanması çok önem taşıyor.
Buna Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’mız da çok önem veriyor. Aslında kentsel
tasarım rehberleri hazırlayarak, akıllı şehir projeleri oluşturarak, işte
insanların geleneksel dokularının nasıl çağdaş yaşantıya yeniden adapte
olacağını ve bizim kadim uygarlığımızın, binlerce yıllık Anadolu
Uygarlıklarının ve Osmanlı Dönemi, Selçuk Dönemi’nin tabi bize bıraktığı bir
geleneksel mimarinin nasıl yeniden yorumlanacağına ilişkin bir proje geliştirdi,
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı. Gaziantep Bizim Şehir Projesi, Hacettepe
Üniversitesi Teknoloji Transfer Ofisi tarafından istenilen
ve koordinasyonunun Hacettepe tarafından yapıldığı, bizim Çankaya
Üniversitemiz ’inde, benim planlama ve kentsel tasarım koordinasyonun da ve Gürsel hocamızın mimarı
proje koordinasyonunda ve Oğuz YILMAZ hocamızın da peyzaj mimarlığı koordinasyonunda
çeşitli ekiplerin çalıştığı önemli bir proje
hazırladık. Bu bir örnek proje olarak Gaziantep’ de seçilen bir yerde,
Şahinbey Bölgesi’nde sıfırdan başlayarak ele alınan bir projedir. Ben projeyi
tabi tamamıyla anlatmak istemiyorum ama bunun pandemi sürecinde dikkate
alınması gerekli bazı özellikleri var. Mesela; yeşil şehir özellikleri var.
İmar standartları şuanda 11 metrekare yeşil alan, bizim bu yeşil şehir
projemizde 40 metrekareyi geçkin bir yeşil alan standardı var. Yani kişi başına
düşen yeşil alan. İşte burada millet bahçesi var, yeşil kuşak var, tüm çevreyi
saran konut alanlarının içinde yeşil akslar var ki bu su ve yeşil alanları
birlikte getiren ve bisiklet yollarında
bakın burada bizim Öznur AYTEKİN arkadaşımızın da tasarımı bu bölge ve bu bölgedeki yeşil
alanlar işte Necati hocamın bahsettiği iç avlulu Geleneksel Gaziantep Mimarisi’
nden esinlendirilerek projelendirilen
bir bölge. Geleneksek merkezden esinlenerek tasarladığımız hanlar bölgesi,
bedesten ve arasta bölgesi, kent merkezimiz, Zeugma Meydanı. Bu bambaşka,
ayrıca anlatılması gereken bir proje. Ama Gaziantep Bizim Şehir Projesi’nin
henüz uygulamaya yeni başladığı, dün Muhammed arkadaşımız var orada şehir
plancısı ondan öğrendim. Bu proje sürüyor. Bu projenin dikkate alınması gereken
bir çok özelliği var. Standartlar açısından; yerleşim ilkeleri, tramvay, toplu
taşım açısından önemli. Bu; yeşil, güvenli, insan odaklı, kimlikli ve akıllı
şehir konseptlerini bir araya getiren Hacettepe, Çankaya, Orta Doğu Teknik
Üniversitesi, Gazi Üniversitesi, Ankara Üniversitesi ve Gaziantep Üniversitesi
25 den fazla öğretim üyesi; profesör, doçent hocalarımızın bir araya geldiği
kalabalık bir ekip ama akıllı şehir ekibi ayrı, işte yeşil-güvenli şehir ekibi
ayrı, kimlik-şehir ekibi ayrı. Bu projeyi de gündeme getirmek istedim. Çünkü bu
adımlar mesela akıllı şehir konusunda Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bizi ve
ekibi, oradaki kontrol ekibini yurtdışına gönderdi. Viyana’da 2 tane smart şehir örneği gezdik, akıllı şehir
örneği gezdik. Dolayısıyla bunlar çok önemli ve gelecekte dikkate alınması,
makro planlarda ve konut alanlarında dikkate alınması gereken projeler. Şimdi
ben, Necati hocam tabi ben bu araya bu projeyi koymak istedim. Hatta bugün
koydum, ekledik. Çünkü livable city denilen bir kavram var ve bu en yaşanabilir
kent yani izleyicilerimize bunu göstermek istedim. Tabiki bu maalesef 10 en
yaşanabilir kent içinde ülkemizden herhangi bir kent yok. İşte birinci Vienna,
Melbourne, Osaka. İşte Vienna’daki uygulamalar, akıllı şehir uygulamaları ve
yaygın gelişmeler ve toplu konut uygulamaları bu açıdan çok önemli. Melbourne,
Osaka, Calgary, Sydney, Vancouver, Toronto, Tokyo, Copenhagen, Adelaid. Bunlar
dünyadaki en yaşanabilir şehir seçilmiş. Tabi en kötü şehirler var. İyiki dua
ediyorum ki bunlar arasında da yer alan bir şehrimiz yok. Bunlar Suriye, tabi
iç savaşın ve kargaşaların maalesef çatışmaların çok yoğun olduğu; Damascus,
Dhaka, Lagos, Karachi geri kalmış ülkeler diyelim maalesef, Tripoli-Libya gibi
öğrencimiz orada şuanda benim doktora öğrencim Omar. O Tirpoli üzerine bir tez
yazdı ve Tripoli bir tez yönettik Yüksel hocamızla birlikte. Cezayir ve Dakar.
Şimdi bu neden yaşanamaz kentler ve neden yaşanabilir kentler. Bunları çok iyi
değerlendirmek ve geleceğe yönelik planlamalarda, projelendirmelerde bunları
dikkate almak gerekir. Bu konuda uzmanlarımız var. Mesela Özge YALÇINER
hocamız, Gazi Üniversitesi’nden Profesör Özge YALÇINER ERÇOŞKUN bu konuda
uzman. Ekolojik-teknolojik kentler konusunda uzman ve birlikte de çalıştık
Gaziantep Projesi’nde. Şimdi adını hatırlayamayacağım bir çok arkadaşımız,
hocamız var. Necati hocam bu konuda ben son slayda geçmeden senin görüşlerini
de almak isterim.
Necati YALÇIN: Bende o
halde bende son konuşmam olsun, son bir katkı olsun bu söyleşiye. Bu hani planlar,
planlı şehirleşme falan filan diyoruz ya bizim memleket pek çok ülkeden bu
anlamda bir milliyetçilik adına
konuşmuyorum, çünkü ara ara endemik sayılarına bakıyorum çeşitli
ülkelerin. Yani sadece Ankara’daki endemik sayısından daha az endemiğe sahip olan
ülkeler söz konusu. Hatta bir endemiği olan ülke sayısını geçenlerde saymaya çalıştım, 10 küsur ülke
çıktı. Dolayısıyla ben bu şekilde öyle akıllı şehir, ekolojik şehir, yeşile
dayansın, çiçeğe-böceğe dayansın bir şehir yaratmaya kalkarsak, bunu efendim
dünyanın falanca ülkesinde ne kadar kolay yaparız bilmiyorum ama bizde ne kadar
kolay yapacağımıza muhteşem bir örnek var. Benim bu birlikte katıldığımız
sunum, konuşmalarda da kullandığım örneği ben izninizle burada kullanmak
istiyorum. Başlık, bugün için, bu söyleşi için başlık; Yapay Ormandaki Mucize
diye çevirdim. Bugünkü başlık bu ki mesela şimdi Mehmet hocam da neden
bahsettiğimi anlayamasın diye. Ama bir sayfa öteye geçtiğim zaman hemen
anlayacak Mehmet hocam.
Mehmet TUNÇER: Zaten
tahmin ettim ODTÜ olduğunu.
Necati YALÇIN: Ama buna
işte böyle bir başka bir isim koydum bu sefer. Hakikaten orada yapay ormandaki
mucize başlığı yakıştı. Bundan sonra da bunu kullanacağım herhalde. Şimdi
diyebilirsiniz ki ya tabi şimdi milliyetçilik bu tabi falan hayır, bakın yapay
bir alandan bahsediyoruz. İnsan eliyle yaratılan ki Kemal KURDAŞ başta olmak
üzere hepsini rahmet anıyoruz, yaşayanları sevgi ve hürmetle anıyorum. Soyu
tükenen 100’ü aşkın tür burada yaşıyor. İnanılmaz. Bu bizim elimizle
yarattığımız yerde. Türkiye’nin 65 kelebek alanından biri dünyanın 4 tarafından
fotoğrafçılar gelip Güzel Nazuhum’un kelebek oluşunu, tırtıldan kelebeğe
dönüşünü fotoğraflıyorlar, randevular alıyorlar. Buyurun, şimdi size Ankara’lı
kelebeklerden harika bir gösteri. Lütfen bakın, bunların hepsini sadece bir
yürüyüşte çektik. En başta, baş roldeki Güzel Nazuğum. Mutlu KADİR hocam beni
götürdü oraya ondan sonra ben yazı üstüne yazı çıkarıyorum. Defalarca da
gittik, nasıl burayı atladım diye yıllardır yazar çizerim. İşte bakın bu güzelliklerin
hepsi ODTÜ Ormanı’nda. Benim burayla ilgili bir teklifim de, alttan ve üstten
ekolojik geçitlerin yapılması, buradaki yeşil bütünlüğünün bozulmaması. Bu çok
değerli. Bakın şu espiri de gerçek; biz fotoğraf çekerken hakikaten bir tanesi
geldi, böyle kondu fotoğraf makinamıza. Sanıyorum teşekkür etmek istedi.
Sanıyorum tanıtımını yaptığımız için, korunmasına katkı sağlayacağımız için
peşin peşin bize teşekkür etti. Bende böyle bir animasyonla canlandırmak
istedim. Hepsi fotoğrafların, fotoğraf üstadım Mutlu KADİR hocama ait ama bakın
şu fotoğrafı ben çektim. Ben de bir kelebek fotoğrafçısı oldum. Neyin
sayesinde, neyin sayesinde, bu yapay bir ormandaki mucize sayesinde.
Mehmet TUNÇER: Çok güzel
evet.
Necati YALÇIN: Dolayısıyla
bu topraklar, bu Anadolu toprakları Ankara dahil ben her yer için söylüyorum.
Pek çok ülkede de mutlaka böyledir ama biz Türkiye’yi konuşuyoruz, Ankara’yı
konuşuyoruz. Hakikaten ilgi bekliyor. Buyurun bakın ağaç dikiyorsunuz,
kelebekler geliyor, başka doğal varlıklar geliyor. Yani ne olur, ne olur
harcanmasın diyorum son cümlem olarak
bugün.
Selman Koftar (Gazetenehaber) :
Teşekkür ederiz.
Mehmet TUNÇER: Necati
hocam çok teşekkür ediyoruz. Ben şimdi Selman Koftar (Gazetenehaber) Bey’e kapatmadan şu Ankara ve UNESCO, Al Gözüm
Seyreyle Turu. Şimdi Ankara hem doğal değerleri ile bu endemikleri, endemik
türleri, bitki türleri, faunası ve florasıyla hem de binlerce yıllık tarihi ve
kültürel geçmişi ile her biri ayrı bir değer olacak şekilde UNESCO Dünya Miras
Listesi’ne girecek değerlere sahip.
UNESCO Dünya Miras Listesi’ne girmek zor. Tamam, o zaman biz kendi listemizi
oluşturalım, kendi kültürel ve doğal kaynak
listemizi oluşturalım ve bunların yerlerini saptayalım, bunlara önem verelim,
öncelik verelim. Önceliğine göre bunu tabi Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma
Dairesi başta, Kültür ve Turizm Bakanlığı başta olmak üzere Arkeoloji Müze
Müdürlüğü’müz, Anadolu Medeniyetleri Müze Müdürlüğü’müz ve diğer tabi
Anayasa’mıza göre tümümüzün, hepimizin, bunu izleyen herkesin bu konuda
sorumluluğu var. Anayasa’nın 56. Maddesi der ki; ‘ Çevreyi korumak devletin ve
vatandaşların görevidir.’ Yani burada sorumluluk başta devlet ama sonra
vatandaş olarak bizlere düşen büyük görev vardır. Yani bu doğal değerleri
korumamız ve bunların tarihsel
değerlerini korumamız ve geliştirmemiz gerekir. Bu noktada müsaade ederseniz
Ankara’nın Metropolitan Alan Nazım Planları’nın hazırlanmasında büyük emeği
olan rahmetli abimiz, hocamız Haluk ALATAN’ı, Ankara Tarihi Kent Merkezi Ulus
ve Ankara’nın birçok arkeolojik yerlerini ve Türkiye’nin birçok yerinde
korunmasında ve hepimizin yetişmesinde büyük emeği olan yüzlerce, binlerce
öğrenci yetiştiren Profesöt Gönül TANKUT hocamızı, Tuğrul AKÇuRA hocamızı, Raci
BADEMLİ hocamızı, siyasal bilgilerden Fehmi YAVUZ ve Cevat GERAY hocamızı
burada saygıyla ve rahmetle anmak istiyorum. Bu çok bence her zaman bunların
yaptıklarını, çünkü biz geriye dönüp bakıyoruz neler olmuş ve onun üzerine bir
şeyler koymaya çalışıyoruz. Birde tabi ben son bir söz olarak bir slaydım
kaldı. Burada tabi bu konuda, halk sağlığı konusunda yine yüzlerce ya da
binlerce öğrenci yetiştirmiş Profesör Doktor Ahmet TUNÇER yani babam, babamı da
burada, bu pandemi sürecinde hazırladığımız bu söyleşide anmak istedim. Çünkü
kendisi halk sağlığı uzmanı, halk sağlığı profesörü ve çocuk profesörüydü ve
Ankara’nın birçok yerleşiminde, kırsalda toplum sağlığı için, halk sağlığı için
büyük çalışmalar yaptı. Sonra Adana’da Çukurova Üniversitesi’nde 20 yılı aşkın
bir süre Çukurova Üniversitesi’nde bölüm başkanı olarak çalıştı. Ben tabi bu
kitabı koydum. Çünkü babamın. İnfeksiyon Hastalıkları ve Korunma. Yani bulaşıcı
hastalıklar şimdiki tabiriyle. Bulaşıcı hastalıklar ve korunma. Hatta bunun
içinde virüsler, virüslerin bulaşıcılığı gibi vs. bölümlerde var. Tabi onları
anlatmak şuanda gerekli değil ama anlam bağlamında bunu da söylemek istedim. Selman
Koftar (Gazetenehaber) Bey bu olanağı da
bize verdiğiniz için Gazete Ne Haber ve ekibine, Nermin Hanım’a özellikle onun adını
anmadık, sizlere çok teşekkür ediyoruz. Sağ olun, var olun.
Selman Koftar (Gazetenehaber) :
Biz teşekkür ediyoruz. Babanız Profesör Doktor Ahmet TUNÇER’e de Allahtan
rahmet diliyoruz. Bu ülkeye, bilime, ilime tüm katkısı olan ebediye de intikal
etmiş tüm hocalarımıza Allahtan rahmet diliyoruz, Allah onlardan da razı olsun.
Katıldığınız için teşekkürler.
Necati YALÇIN: Çok
teşekkür ederiz.
Mehmet TUNÇER: Herkese
sağlık diliyorum. Güzel bir yaşanabilir bir kent diliyorum.
Necati YALÇIN: Katılıyorum
bu güzel dileklere, sevgi ve saygılar.
No comments:
Post a Comment